Müzik eğitimi almaya daha beş yaşlarında mandolin ile başlayan pop müziğin önemli isimlerinden Attila Atasoy Müzik Habercisi'nde, Prof. Dr. Michael Kuyucu'ya açıklamalarda bulundu. Attila Atasoy'un açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde…
"Hepimiz Geleceğin Ölüleriyiz"
1973'te ilk kez "Zengi Dağı" adlı şarkımla televizyona çıktım ve siyah beyaz televizyondu TRT kanalı. 2023'te de hem 50. müzik yılımı kutlamak, hem de kenarda beklettiğim şarkımdı bu ve bizim kuşağa biraz dokundurma ya da mevcut düzene dokundurma küçük bir felsefecik yaparak düşündüm. Bir çeşit hayat irdelemesi yani. "Hayat ne tuhaf bir oyun. Ne kadar nankör. Bir varmış bir yokmuş" diyerek başladı bende. Hepimiz geleceğin ölüleriyiz ya, ben de biraz buna dokundurmak istedim. Çünkü çok huzursuz ortam bu, baş döndürücü teknoloji şu bu derken birbirimizi anlamamaya ve biz olamamaya başladık. Ben de "Bir türlü biz olamadık" gibi bir dokundurma yaptım hem geçmiş hem gelecek kuşağa. Çünkü bu akıllı telefonlar insanların aklını aldı ve insanlık delirmekte diye düşünüyorum.
"Müzik ve Sanata Aşığım"
Kurduğum en güzel köprülerden biri seyahat yazıları, seyyahlık ya da müzik; ölüme küçük baş kaldırılarım bunlar benim. Aynı zamanda çocuk ruhumun lunaparkı yaptığım her şey. Müziğin bütün merdivenlerinde dolaşmayı seviyorum çünkü müziğe ve sanata aşığım. Bu konuda emek veren herkese aşığım açıkçası. Dolayısıyla bu hayatımın anlamı. Nasılsa gidiciyiz ya bu yolda iyi izler, iyi eserler bırakmak önemli olan. İçimdeki o enerjiyi de eserler üreterek doğru kullanmaya ya da başkalarının eserlerini de okuyarak doğru kullanmaya çalıştım. 50. yılımı da hoplayarak, zıplayarak, biraz dokundurarak, kendi kendime kutlamak istedim açıkçası.
"Hiçbir Zaman Piyasa İnsanı Olmadım"
İçine düştüğüm birtakım sıkıntılar, bunalımlar oldu bu şöhretli hayatta. Şöhrete esir olmamak gerekirdi. Ben hiçbir zaman piyasa insanı olmadım zaten, çünkü muhafazakar bir aile yapısından geldim ve bizim ailede şarkıcı falan yok. Onların dediği gibi çalgıcı malgıcı olamazdı oğulları. O zaman topçu ve popçu olmak günahtı zaten. Tabii üniversiteyi bitirdim eczacı oldum ama bu bende çocukluktan beri var olan bir şey. Antalya'da yarışmalarda birinci olmuşluğum var müzikallerde.
"Bizi Hapis Tuttular!"
Bir de içine düştüğüm çıkmazlar, buhranlar, bunalımlar, hatalar, olmamışlıklar vardı ve bunun için yollara düşmeye karar verdim. İçimde olan enerji de buydu yay burcu olarak zaten seyyahlığa çıkıyormuş ya. Özel gezi grupları ile dünya mirası gezginleriyle ya da gezginler kulübü üyeleriyle amazonlardan güney kutbuna, Afrika'nın kongosundan aklınıza ne gelirse ücra köşelere ve kabile yaşamlarına kadar gidilemeyen zor parkurları denedik biz. Kongo'da kabilelerle yaşadık biz. Sonra Kongo'da dönüşteki organize yapan adam paraları ödemedi diye hapis tuttular bizi. Kabileleri geçtik geldik tekrar ana merkeze falan ulaştık derken onlar bizi kurtardı. Bir anlamda zoru başarmaya çalıştım. Bu parkurlar bana çok şeyler kattı ve dünya vatandaşı olabilmek adına doğru adımlar olduğuna inandım. Hayata doğru perspektiften bakan, şöhretin esiri olmamış, doğru bir dünya vatandaşı olmaya çalıştım. Bu yollar kendi hakkımdan gelmenin yolunu da açtı bana, çünkü benim de geriye baktığımda ne büyük hatalarım ve eksikliklerim var diye düşündüm. Evet öyleydi hepimiz düşe kalka büyüyoruz ya kimse bize bir şey öğretmedi, benim mücadelem kendi başıma daha zor oldu. Benim menajerim de olmadı doğru dürüst. Dolayısıyla kendi el yordamımla olabildiğince bir şeyler yapmaya çalıştım.
"Özgürce Şarkılarımızı Söyleyemiyorduk"
TRT zamanı çocuklarıyız biz. Biz bir şarkı yaptığımız zaman söz ayrı, müzik ayrı, düzenleme ayrı olmak üzere TRT'de 3 ayrı denetime giriyorduk. Hakikaten çok zorlandık. Gırtlak nağmesi yasaktı mesela. Biz 2 versiyon okuyorduk birisini daha nağmeli okuyorduk denetim versiyonunu daha düz okumak zorundaydık, çünkü denetim kurulunda Ulvi Yücel gibi kişiler bizim pop müziğini kolay kolay kabul etmiyorlardı. Bizi çok azımsıyorlardı ve biz özgürce şarkılarımızı söyleyemiyorduk. Mesela Alaturka gırtlak yasaktı ama İspanyol gırtlağı yapınca geçiyordu ya da Türk müziğinden halk müziğinde düzenlemeler yasaktı ve onlar kesinlikle denetimden geçmiyordu. Başka da sesimizi duyurabilecek yayın kuruluşu da yoktu ve gerçekten çok sürtüldük biz.
"Bizim Şarkılar Ortalıkta Kaldı"
İsmail Cem İpekçi zamanında bu TRT denetimi gevşedi ve daha özgür bir ortam oldu ama daha sonra gelen muhafazakar iktidarlar ve denetim kurulları hakikaten bizi çok zorladılar, asla özgür çalışmalar yapamıyorduk. Hatta Erol Sayar'la biz Osman İşmen'in mükemmel düzenlemeleriyle birlikte Türk müziğinden bir çalışma yaptık, ama denetimden geçmedi. Erol Sayar TRT mensubuydu ve onun için çok sesli Türk müziği kurulu oluşturmaya çalıştık, çünkü onun muhatabı bir denetim kurulu yoktu diye bu sefer çok sesli Türk müziği kurulu oluşturuldu benim gayretlerimle. Fakat bizim Erol abiyle yaptığımız "Kışla Havası" ve "Günah Bende" yine denetimden geçmedi. Kendi sazları bünyesinde çok seslilik isterlermiş. O dönemlerde denetimden geçen Yıldırım Gürses'in "Affetmem Asla Seni" şarkısı ve diğer şarkıları oldu, bizimki yine kaldı ortalıkta.
"Derece Önemli Değil, Eurovision'da Olmamız Lazım"
Eurovision'a kesinlikle katılmamız lazım. Bunca yıl katılmamamız çok büyük eksiklik. Çünkü Eurovision ile Türkiye, çok iyi besteciler, şarkıcılar ve şarkılar kazandı. Bu yarışmaların hakikaten iç piyasaya da çok faydası var. Kaldı ki çok bayıldığım bir yarışma, ben iple çekiyorum ama maalesef bilgisayarlardan izliyoruz. Mutlaka katılmalıyız ve kim giderse gitsin üstüne baskı yapmamalıyız, illa birinci olması gerekiyor diye bir şey yok. Orada önemli olan Türkiye'nin doğru dürüst temsil edilmesi. Bu müzik şöleninde küçük bir yerimiz olsun isterim her zaman. Derece o kadar önemli değil ama olursa da iyi olur.